Gerede Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece
Gerede Mutlu Son Hizmeti  – Masör Ece
Gerede Mutlu Son akşam giyeceğim elbiseyi bir tecrübe etmek için gidirdi. Bej rengi krep kıyafet, artık bir çocuk göğsü olmaktan çıkmış göğüslerimi iyiden iyiye bastırıyordu; annem, bunun çok çirkin görünmüş olduğunü söyleyip, göğüslerimi sıkı sıkıya sargılarla bağladı. Tüm gün süresince, kimselere gösterilmemesi ihtiyaç duyulan bir sakatlığım varmış da, özenle onu saklıyormuşum şeklinde bir duyguyu sürdürdüm. Bana bitip tükenmek bilmez benzer biçimde görünen nikâh töreni süresince ve akşam verilen yemek süresince, hep o ezikliği yoğunlaştırdım. Düğünde çekilen resimler de, sonradan doğruladılar bu ezikliğimi. Gerede Mutlu Son rüküş mü rüküş, silik, kızlıkla kadınlık arasında askıda kalmış, utanç dolu bir kız. Gecelerimin işkenceli nöbetlerinden bir kısmı son bulmuştu.
Ama öte yandan, tanımlayamayacağım bir ÅŸekilde, günlük yaÅŸantımda belirli huzursuzluklar patlak vermeye baÅŸlamıştı. Bu deÄŸiÅŸiklikler, Zaza’yı kapsamıyordu. Zaza, bk insandı, cansız bir varlık deÄŸildi. Fakat benden bir üst sınıfta, güzel, sansın, pembe-beyaz ve gülümseyen bir tanrıça gaslıyle görmüş olduÄŸum bir kız vardı. Marguerite de Thericourt’tu adı. Babası, Fransa’nın en varlıklı adamıydı. Kız, sabahlan, bir ÅŸGeredeörün kullandığı, dev gibi siyah bk arabayla ve yanında dadısıyla gelirdi oGerede.
Gerede Mutlu Son
Gerede Mutlu Son bu kız, kusursuz bukleleri, şık giysileri, sadece sınıfa girerken çıkardığı beyaz eldivenleriyle, bana bir prenses benzer biçimde görünüyordu. Zaman içinde güzel bir genç kız oldu. Uzun, pırıl pırıl san saçları, çini mavisi gözleri, insanoğlunun içini ısıtan bir gülümseyişi vardı. Hareketlerindeki doğallığa, ağırbaşlılığına, tok, müzikal sesine hayrandım. Benimle hep dostça mevzuşurdu. Annesinin, yatalak olduğu söylenirdi.
Bu dert, Marguerite’i romantik bir havaya sokmuÅŸtu. Kimi zaman kendi kendime düşünürdüm de, beni bir evine çağırsa, mutluluktan sarhoÅŸ olur, sevinçten uçarım derdim. Fakat bu ÅŸekilde bir ÅŸeyi aklımın kıyısından köşesinden bile geçirmem boÅŸunaydı. Marguerite’in yaÅŸadığı dünya, onun çevresi, onun evi benim için ingiltere kraliçesinin yatak odasına girmek kadar ulaşılmazlığı, olanaksızlığı olan bambaÅŸka bir âlemdi. Üstelik, onun yakın arkadaşı olmaya da niyetim yoktu.
Benim bütün istediÄŸim, Marguerite’i birazcık daha yakından görebilmekti. Erginlik çağına eriÅŸtiÄŸimde, bu duygu daha da pekiÅŸti. Okulu bitirmeme üç yıl kala, yani oradaki deyimle altıncıbirinci sınıftayken, son sınıfa geçecek öğrencilerin “Adeline Desir Diploması” alabilmek için girdikleri sözlü sınavlara dinleyici olarak katıldım. Marguerite’in sırtında, son moda, çok şık gri bir krep-döşin kıyafet vardı. Elbisenin saydam kollarından yuvarlak omuzlan ve muntazam kollan görünüyordu. Bu el deÄŸmemiÅŸ çıplaklık, aklımı başımdan aldı. İçimde en minik bir dilek duygusunu kıvılcımlandırmayacak kadar saf, bilgisiz ve saygılıydım. Bu beyaz omuzlar üzerinde bir insan elinin dolaÅŸabileceÄŸini düşleyemiyordum bile. Ama tüm sınav boyunca, gözümü ondan ayıramadım. Sürekli olarak, boÄŸazımda bir ÅŸeyler düğümlenip durdu. Gövdemde deÄŸiÅŸiklikler oluÅŸuyordu; yaÅŸamım da deÄŸiÅŸiyordu. GeçmiÅŸ, geride kalıyordu artık. Evden taşınmıştık. Louise gitmiÅŸti. Bigün, kardeÅŸimle oturmuÅŸ eski resimleri karıştirırken, birden, pek yakında Meyrignac’ı da yitireceÄŸimi fark ettim.








Son yorumlar